Şebnem Dergisi’nde çıkan röportajımız sebebiyle o kadar çok telefon ve ziyaretçi geldi ki, hepsine minnettarım. Ama bunlar içinde Bolu Hapishânesi’nden gelen mektuplar ve o mektupları yazan kardeşlerimizin yakınlarının ziyaret etmesi, beni ziyâdesiyle duygulandırdı. Yüreğim nasıl pır pır ediyor, bir bilseniz… İçimden:
“-Ya Rabbi!.. Ben bu kardeşlerime nasıl ulaşsam? Kendilerine nasıl mektup yazsam!..” diye kaygı çekerken, Allah dergimizden ve Halime Demireşik Hanım’dan râzı olsun, bana böyle bir imkân verebileceklerini söylediler.
Ben de kardeşlerime şunları söylemek istiyorum:
Öncelikle hayatlarının baharında, bir sebeple hapishâneye düşen kardeşlerimden Allah râzı olsun. Tevbe ve pişmanlıklarını kabul etsin. Hâllerini her gün daha da iyiye çevirsin. Yürekten söylüyorum, Rabbim onlara büyük sabırlar ihsan etsin! Ancak hâdiseye bir de şöyle bakmalılar; “Gerçek özgürlük nerede? Gerçek mahkûmluk nerede? Gerçek kulluk nerede?” Sokaklarda koşup oynamak, bir yerden bir yere gitmek midir, özgürlük!..
Yürekten söylüyorum, eğer gönüllerinde yüreklerinde Rabbini, Rasûlünü bulamadılarsa onlar zaten hapiste… Benim kardeşlerim, hayatlarında bir kusur işlemiş olabilirler. Ne sebeptense, Rabbim onları affetsin! Onlar için Rabbimden tevbeler diliyorum! Çünkü onlar yüreklerinde öyle özgürlüğe kavuşmuşlar ki, artık onlar orada Rabbini bulmuşlar! Allah’ım! Seni bulmuşlar, güzeller güzeli Peygamberimizi, adını adının yanına yazdığın Efendimizi bulmuşlar.
Biz sevgiden, kulluktan dilimizin döndüğü kadar bahsederken, onlar bu sözlerden etkilendilerse, demek ki, bu muhabbetin kat kat fazlası onlarda bulunduğu için bizi buldular, bir şekilde yakınlarını bize gönderdiler. Canlarım benim! Rabbim size öyle bir özgürlük vermiş ki, üzerinize kat be kat kilit vurulsa, kat kat sizin etrafınıza duvarlar örülse, sizin özgürlüğünüze artık kimse mani olamaz. O yüzden sizler için Rabbime şükürler olsun diyorum. Sizler çok şanslısınız, belki sizler benim kadar şanslısınız, belki de benden bile şanslısınız. Niye biliyor musunuz? Şimdi sizin dışarıya çıkmanız gerekmeyecek! Ekmek parası için dışarı çıkmayacaksınız. Onları da bıraktırmış Rabbim. Başta bu size mahrumiyet gibi geldi, sizlerin canını çok yaktı. Ama Rabbim, belki de sizleri kendine dâvet etti. Öyle bir davet ediş ki, bu, Rabbim “Bunlar sadece bana kulluk etsin, yalnız benimle meşgul olsun! Yalnız benimle beraber olsun.” dedi sizi bütün meşgûliyetlerden alıkoydu, kendi kulluğuna tahsis etti.
Ey kardeşlerim, canlarım benim. Yaptığınız ve tövbe ettiğiniz hatalar ne ise, demek ki, Rabbim ancak o olaylar vasıtasıyla elinizi, ayağınızı dünya hayatından çekip sizi kendi yanına alacaktı. Bizim elimizi, ayağımızı alıp yanına yaklaştıracaktı, siz de yaptığınız hatadan tövbe ederek ona yaklaşacaktınız. Zaten Rabbime giden yollar, mahlûkâtın sayısınca değil mi? Herkesin Allah’ımıza ulaşmak için böyle bir vesilesi olacak işte…
İnşaallah bizler şanslıyız. Çünkü Rabbimiz gönlümüze girdi, kendisine muhabbet etmeyi bize nasip etti. Şu dünya hayatında, bundan daha tatlı ne olabilir ki, güzel kardeşlerim! Canlarım, merak etmeyin! Bazen diyebilirsiniz ki:
“-Aah bu olmasaydı, benim dışarıda olamam gerekliydi. Benim âilem var, sorumluluklarım var. İnanın ki, Rabbim onlara muhakkak sahip çıkıyordur. Onların dertlerine deva oluyordur. Belki onlar sizin ölmenizdense, böylesini de tercih ediyorlardır. “Onların en büyük muradı nedir?” diye düşündüğümüzde sizlerin orada, dört duvar arasında asıl özgürlüğü bulduğunuzu bilmektir. İnşaallah Rabbim, en kısa zamanda sizleri göz hasretliğinden de kurtarır.
Şu dünyada görüyorum, duyuyorum, konuşuyorum. Öyle insanlar var ki, bazen anneleri:
“-Keşke ölseler, inanın canım yanmayacak!”
Bir anne bunu nasıl söyler!.. Demek ki, bir annenin canını yakacak kadar kötülük yapabilen insanlarla beraberiz. Ne kadar yaşarsak yaşayalım Rabbini bilmeden yaşamaktansa ölüm nedir ki…
(Hapishânede yakını bulunan kardeşlerim!..) Sizler de şanslısınız. Eşleriniz, evlatlarınız gerçek mânâda özgürlüğü, yani Rablerini bulmuşlar.
Oradaki kardeşlerimin yaptıkları hataları bilmiyorum, ama “Niçin oldu, neden oldu?” diye kaygınız varsa, artık bunları bir kenara koyun! “Kaderimde bu yazılmıştı.” deyin! Bundan sonra Allah affetsin ve helâlleşmeyi nasip etsin. Rabbim kimsenin yükünü ağır çektirmesin! En büyük acı, vicdanlarda duyulacak acıdır.
Tekrar yürekten söylüyorum: Bir kimse dini bulmadıysa, Rabbini Rasûlü’nü bulamadıysa, gerçek mânâda Müslüman olamadıysa, pislik orada, sefillik orada, hapislik orada… Ama Rabbini bulduysa, orası da cennet oluyor. Bundan sonra dört duvar kapamaz bizi… Bazen “O kadar zenginim ki, benim zenginliğime bu dünyadaki hiçbir şey karşılık olamaz.” diye düşünüyorum. Sadece ben zengin değilim, karşımda şu an baktığım sizler de zenginsiniz, çünkü Rabbimiz bulduk. Onlara ne teklif ederseniz edin, hiçbiri Rabbinden vazgeçer mi? Kim “Hayır!..” diyebilir o güzelliğe…
Siz değerli okuyucularımız! Bize mektup yazmak için izin istiyorsunuz. İzne gerek yok! Yazın, bu bize en büyük hediyedir. Yalnız cevap isterseniz kusura bakmayın, yazamayız, çünkü elimiz yok! Ama size duâ edeceğime, sizi yürekten dinleyeceğime söz veriyorum. Ulaşmak isteyen, ulaşan kardeşlerimize ve hayatımızı okuyup da bizde bir marifet var zanneden kardeşlerime de sesleniyorum: Marifet, bizde değil, bizi yaratanda! Eğer bu dil konuştuysa, beden ve gönül konuştuysa, O dilediği için konuştu. Bize yakın da, size uzak mı? Eğer gerçek mânâda inanıyorsanız ve seviyorsanız, Rabbim kimseye uzak değil! Hiç kimseye mesafesi yok! Yalnız yakınlık nerdedir biliyor musunuz? Sabırdadır. Sabır, şu dünyada tadılması ve yaşanması en zor şey belki de… Acıkırsanız hemen yemek istersiniz, uykunuz gelir hemen yatıp uyumak istersiniz. Bunlarda beklemek değildir, sabır. Sabır, ibâdete sabredebilmektir. Allah rızasına uygun bir şekilde emirlere uymaktır sabır. Öbürleri sadece dünya hayatındaki ihtiyaçlardır ve yüklerdir. O yüklere hamal olmadan, taşımayı hepimize nasip etsin! Zannetmeyin ki, siz zorluklarla imtihandan geçiyorsunuz da başkası kolay geçiriyor. Hayır, böyle bir şey yok. Herkes farklı farklı zorluklardan geçiyor. Çok genç yaşlarda evlatlarını kaybetmiş analarla tanışmak nasip oldu. Onlara yürekten bakınca sabırlarına hayran oldum. Onların Allah’a yönelişlerine hayran oldum. Şöyle içinize dönüp baktığınızda, orada Rabbinizi, Rasulünüzü görüyorsanız, inanın orası huzur içinde oluyor. O zaman:
“-Gelen dert, Rabbimdendir.” diyorsunuz. Hasta olabilir, çaresiz olabilir, hatta ölümle mücadele ediyor olabilirsiniz. Mesala kanser teşhisi kondu ve doktor:
“-Öleceksin!..” dedi.
Ölüm değil ki bizi korkutan… O ölümle mücâdele eden kardeşlerime sesleniyorum; fırsatınız varken tevbe etmek nasibimiz olsun. Hepimiz ölümü, hazır kıta gibi beklememiz lâzım. Çünkü ne zaman, hangimize gelecek, ne şekilde bizi ziyaret edecek, belli değil!.. Rabbim, bu ruh, bu bedendeyken değerlendirmeyi nasip etsin. Allah’ı bilip de emirlerini yerine getirmeyenler korksun ölümden… Yoksa ölüm hediyedir. Gönlümüz pıt pıt atıyor Allah için… Bazen hiç kimse olmadığı zaman, saatin tik taklarını dinliyorum: “Al-lah, Al-lah” diyor. Bazen saati de duymam kalbimiz de pıt pıt, “Al-lah, Al-lah” diyor. O zaman Rabbim, öyle muhteşem bir hâle büründürür ki… Rabbim o hâli bazen bir-iki saniye, bazen bir-iki dakika veriyor; işte o huzuru, o hâli insan bu dünyada neye değişebilir ki... Aslında herkes onun peşinde, doktor doktor, psikolokların peşinde o huzuru arıyor. Bilmiyorlar ki, o huzur, o kadar yakınlarında… Bir kere şöyle “Allah” diyerek bir adım atsalar, o huzura kavuşacaklar; çünkü yükleri kalkacak! “Hayır ve şer Allah’tan!..” dediysek; Allah bize böyle dediyse, o hâlde insanın yükü olur mu? Bizim de yükümüz yok, çünkü bize ait bir şey yok!..
Zannetmeyin kötü, sadece karşımızdakinde değil! “Karşımızdakini kötü yapacak ne hâlimiz var?” diye düşünmek nasibimiz olsun. Bu, bana bu kadar bağırıyor ama, “Acaba ben ne söyledim de bu kadar bağırttım? Onu isyan ettirecek ne hâlim var?” demek nasibimiz olsun.
Rabbim hepimize, bizden ne bekleniyorsa yapanlardan olmayı nasip etsin. Daha doğru ifade ile, beklenmeden yapanlardan olmayı nasip eylesin. Özellikle gençler anaya babaya sahip çıksınlar. Ana-baba saygısını, sevgisini, duâsını almak nasipleri olsun. Eğer bir evlat, ebeveyninin duâsını alıyorsa, sırtı yere gelmez. İnanın bir köyde yaşlı olmazsa, o köyün beti bereketi olmazmış. O hâlde evimizdeki bereketin sebebini görmek nasibimiz olsun. Allah hepinizden râzı olsun, hakkınızı helâl edin. Belki ben size yeterince istediğinizi veremedim, anlatmak istediğimi anlatamadım. Sizin beklediğiniz gönül ferâhlığınıza aracılık edemediysem hakkınızı helal edin. Sizlerin bir yerlerde Allah dediğinizi bilmek, O’nun rızası için gayret ettiğinizi bilmek, gönülden söylüyorum, benim için en büyük hediyedir. Ezân okunduğu zaman kardeşlerime randevu veririm. Çünkü siz namaz kılarken, biz de namazda oluyoruz; sevdiğimizin huzurunda, hepimiz birlikte buluşuyoruz. Bu yüzden bu yazıyı okuyanları o buluşma ânına dâvet ediyorum. Belki maddeten beraber olamayız, ama mânâda orada buluşalım diyorum.
Bazen bazı şeylerin peşini bırakırım ben… Rabbimden daha iyi bilecek hâlim yok! Rabbimden daha iyi irâde edecek hâlim de yok! Allah, hepimizi merhametsiz ve vicdansız kullardan uzak eylesin. Bir de kabir azabından uzak eylesin. O kabir var ya, insanı orada ters döndürürler. Öyle bir azaptır ki bu… Allah’tan ümid kesilmez, bizim gördüğümüzden daha iyi gören Rabbim, bizim bilmediklerimizi en iyi şekilde bilen Rabbimiz var şükürler olsun!
Bir de insanın tahammülünü kolaylaştıran ne var biliyor musunuz? Kim ne yaparsa yapsın, Rabbimiz iyilik yapanı da görüyor, kötülük yapanı da… Diyelim ki, birisi bana “deli” dedi, ben ona karşılık vermem! O zaman Rabbi der ki: “Ey kulum, o sana «deli» dedi, sen ona nasıl karşılık verip deli dersin! O der, çünkü ben onun gönlünde yoktum ki!.. O sana çok ağır şeyler söyleyebilir. Ama o kötü kelime, senin diline yakıştı mı?! Şu dilin insana yaptığı kötülüğü, kimse yapamıyor! Rabbimiz, onun kötülüğünden muhafaza olmamız için önüne dişleri koymuş, sonra dudakları koymuş, ama bu dil, sokacak yılan gibi kıvır kıvır boş durmuyor. Allah bu dili iyi tutmayı nasip etsin!
Bir hikâye var, çok severim, herkese anlatırım. Siz de bilirsiniz, ama yine de anlatacağım, kendi sesimden bile dinlemeyi severim! Bir zâlim adam varmış, 99 kişiyi öldürmüş, içine pişmanlık düşmüş; “Acaba Allah benim gibi birini affeder mi?” demiş. Sormuş soruşturmuş şurada bir âlim var, git, ona sor demişler. Gitmiş âlime demiş ki:
“-Ben 99 kişiyi öldürdüm, Allah beni affeder mi?” Âlim efendi düşünmüş, düşünmüş:
“-Yok!” demiş. “Allah senin gibi birini affetmez, git işine!..” Adam çok kızmış:
“-Doksan dokuzdu, yüz olsun!..” demiş, o âlimi de öldürmüş! Ama içindeki kıpırtı durmuyor, yine de umut var. Şurada bir mübarek var, git ona da sor, demişler. Yanına gitmiş durumunu anlatmış.
“-Allah beni affeder mi?” demiş. O zât:
“-Tabiî ki affeder, yalnız bu köyde değil, falanca köye gideceksin, orada tövbe edeceksin.” demiş.
O köye giderken yolda eceli gelmiş ölmüş. Melâikeler gelmiş, birisi cehenneme, diğeri cennete doğru çekmeye başlamış. Arada anlaşmazlık çıkınca Cebrâil gelmiş:
“-Mesafeyi ölçün!..” demiş. Geldiği köyle varacağı köy arasındaki mesafeyi...
Melekler ölçmüş ve varacağı köye bir adım daha yakın bulmuşlar. O zaman cennete götürecek olan melekler teslim almış. Düşünün ki, yüz kişiyi öldürdüğü hâlde, Rabbim kullarını affetmek için bahaneler arıyor. Çok merhametli bir Rabbimiz varken, biz kim oluyoruz da, “o bunu yaptı, şu şunu yaptı” diye hüküm kesiyoruz. Bu asıl hükmü verecek olan Rabbimize edepsizliktir, saygısızlıktır. Allah’a emânet olun, benim sevgili kardeşlerim…
|