ANA SAYFA
züleyha abla kim?
Şaban Ayının Faziletleri
ŞABAN AYI İBADETLERİ
Berat Kandili
Berat kandilinde yapılması gereken ibadetler
Berat Kandili anlamı
BERAT KANDİLİNİN ÖNEMİ
KABEDEN CANLI YAYIN
KOMŞULUK HAKKI
BİLMEK
ZÜLEYHA ABLACIĞIM CENNETE GİREBİLMEK İÇİN DİKKAT ETMEMİZ GEREKENLER NELERDİR?
ALLAH' A GİTMEZSEN (Çok güzel bir yorum)
ZÜLEYHA ABLADAN ÖĞÜTLERİ
GERÇEK ÖZGÜRLÜK
Züleyha abladan öğütler
BEN ONU SEVMEYE MUHTAÇIM DE MEKLE NE DEMEK İSTEDİNİZ?
GÖRÜŞLERİNİZ İÇİN
SİTE HAKKINDA
CENNET
NAMAZ
ABDEST
HAC
ORUÇ
ZEKAT
PEYGAMBERİMİZ
İLAHİ DİNLE
ESMAUL HUSNA
32 FARZ VE 54 FARZ
KURAN-I KERİM DİNLE
Tecvid dersleri
KURAN-I KERİM MEALİ
DUA VE SURELER
DİNİ HİKAYELER
40 hadis
İSLAM TARİHİ
KIYAMET GÜNÜ
VEDA HUTBESİ
HABERLER
GAZETELER
HAVA DURUMU
DOSYALAR
facebook
 

züleyha abla kim?

 

Ben, O’nu Sevmeye Muhtacım!..

“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de... Onlar, iman edip tâkvaya ermiş olanlardır.”
Hayatımızın her aşamasında çeşit çeşit insanla tanışma fırsatı buluruz. Kimilerinden hoşlanırız, kimilerinden ise -yeni tâbirle söylemek gerekirse- elektrik almayız. Ama bazı insanlar vardır ki, ilk tanıştığınız andan itibaren büyüleniriz. Onunla birlikte olduğumuz zamanın hiç bitmemesini isteriz, ruhumuz sanki onun nefesiyle feyz yağmurlarında yıkanmış gibi berraklaşır.
 Biz, tertemiz bir yürekle tanıştık, hayatının baharında felç olmuş. Felç olmasıyla birlikte ilâhî aşka yelken açmış, gönlü huzur dolu!.. O, Rabbinden ve kaderinden hoşnut! Biz de kendisiyle tanışmış olmayı bir ayrıcalık olarak görüyoruz.
 Röportajımızı okuyan herkesin bu ayrıcalığı hissedeceğinden eminim. Çünkü sevgili Züleyha ablacığımla tanışıp sohbet ettikten sonra, hayata bakışım çok değişti. Kalpten çıkan kalbi bulur ya, onun kalbinden çıkan nasihatler de kalbi buluyor. O, Rabbine âşık, Rabbi de onu sevmiş ve onu herkese sevdiriyor.
 Her satırı altı çizilecek, bir kitap olabilecek, hayatımızı yönlendirecek bir röportaj…
 Buyurun, Züleyha Hanım’la siz de tanışın. “Hayatın anlamını ve Cenâb-ı Hak’tan nasıl râzı olunur, Efendimiz nasıl sevilir?” ondan öğrenelim.
 
 * * * 
 
“–Hayırlı bir şekilde sorularınla beni yönlendir ki, ben, sana ona göre cevap verebileyim Halimem!.. Yalnız sorduğun soruların cevabı bizde olan sorular olsun… Buyur ablacığım…”
 
Öncelikle sevgili Züleyha ablacığım, kendinizi bize tanıtır mısınız? Züleyha Hanım kimdir, kaç yıldır felçlisiniz? 
Kayseri’de doğdum. Allah, 1966 yılında orada doğmamı nasip etti. İki yaşına kadar orada kalmışız. İki yaşında İstanbul’a geldik. İlköğretim ve liseyi burada tamamladım. On yedi yaşımdayken küçük bir kaza sonucu boynumdan aşağısı felçli duruma geldi. 
Ne tür bir kaza, açıklayabilir misiniz? 
Bu birazcık başkalarının canını yakabilir diye söylemekten çekiniyorum. Çünkü o kazaya küçük bir çocuk sebebiyet verdi, daha doğrusu aracılık etti. Sebep oldu demeyelim, Rabbimin de yazdıkları vardı muhakkak! O yazdıklarının bir şekilde olabilmesi için bazı aracılar olması lâzımdı. O yavru aracılık etti. Korkum şudur ki, o yavru kendisini suçlu hisseder bir şekilde dergi eline geçer de: 
“–Züleyha Teyze’m benden bahsetmiş.” der, kendini suçlu hisseder. 
Hâlbuki kendisini suçlu hissetmesine gerek yok!.. O olmasaydı başkası aracılık edecekti. O yüzden bu kısmı kaza diyelim geçelim. Bizden sebep, kimse kendisini üzmesin ve suçlu hissetmesin. Eğer biz bu durumda olacaksak, bahane Rabbime çook!.. Hiçbir bahane olmadan da verebilirdi. Çünkü daha doğmadan kaderimiz yazılıp çizilmiş, bu bize Rabbimiz’in nasibidir. Bize hayırla gelen bir hediyedir. Hakikâten bu Rabbimin bana on yedi yaşımda verdiği en güzel hediyesidir. 
 
Felç olduktan sonra hayatınızın akışında ne tür değişiklikler oldu? 
Rabbim, beni oturttu yavrum: 
“–Kulum, sen otur.” dedi. 
Elhamdülillah ben de oturuyorum, şükürler olsun. Belki on yedi yaşımıza kadar Müslüman’dım tabiî, emir ve yasaklarına uymaya çalışıyordum. Ama on yedi yaşımdan sonra Rabbimle aramda öyle bir muhabbet, öyle bir güzellik başladı ki, benim hayatım oldu!.. 
(Ağlayarak) Neyi anladım biliyor musunuz? Bana, O’ndan değerli bir şey yok!.. Hiç bir şey ve hiçbir kimse bana ondan daha değerli değil… O’nun sevgisi benim o kadar muhtaç olduğum bir şey ki… O sevginin yerini hiçbir şey doldurmuyor. Ben, O’nu sevmeye muhtacım!.. Allah’ım biliyor ki, O’nsuz bir tek günüm geçmesin inşallah!.. Bir tek gün değil, ya Rabbi!! Beni affet, gün çok oldu; Allah’ım dakika-saniye geçirtmesin!.. Yani O’nunla muhabbetsiz dakikam saniyem geçmesin!.. Tek benim değil, Rabbim!.. Kimsenin geçmesin. Yani bir şey yaparken, sağımdan-solumdan döndürülürken, düşünürken tek hedefim O, tek isteğim O… Nasıl anlatılır ki, bu bilmiyorum Halimeciğim, yavrum.. Bu öyle bir hissiyat ki… Ben kendimi anlatacaktım, kendimle ilgili bir şey bulamıyorum ki… 
 
Siz içinizden gelenleri anlatın Züleyha ablacığım, Rabbim öncelikle bizim ve dergimizi okuyanların ne ihtiyacı varsa, onları konuşturtsun! Soru sormak icab ederse biz soru da sorarız… (Öyle tatlı ve içten gözyaşlarıyla anlatıyor ki insanın soru sormaya mecali kalmıyor.) 
Bu öyle bir hissiyat ki, benim içinO’nsuz yaşamak, ölümden beter!.. Bana: 
“–Dünya hayatında bir kez, sadece bir kez “Allah!” deme; sana gençlik verilecek, güzellik ve sağlık verilecek, yürüyeceksin, yürümekle kalmayacak uçacaksın, ilâve olarak istediğin kadar dünya nimetleri verelim deseler…. Size yemin ediyorum, o bir kez Allah demeyi hiçbir şeye değişmem. Çünkü benim için bu aşk!..” 
Anladım ki, aslında Züleyha diye bir şey yok. (Hıçkırarak ağlıyor) Sadece O var, ben diye bir şey yok!.. Ben neyim ki yaa.. O varken ben neyim ki!.. Ben O’nunlayken bir şeyim.. O, olmadan Züleyha yok. Hiçbir şey yok. O yoksa hayat yok!.. O yoksa güzellik yok! O yoksa ne olabilir ki yaa… Siz görüyor musunuz? Bana bakarken sen mi bakıyorsun bana Halime yavrum, Siz mi bakıyorsunuz? Acaba biz mi, yoksa Rabbim mi bakıyor? O demese, şu görüntüyü görmek mümkün olur mu? 
Siz gelmeden önce bir telefon görüşmesi yapıyordum. Allah ondan râzı olsun, gözünün biri görmediği için bir hayli sıkıntısı olan kardeşimizdi. Bir göz nimeti ne kadar önemli… Allah’ım biraz tek gözümü kapattım. 
“–Ayy Rabbim!..” dedim. “Nimetin alınması, şükretmenin başka bir yoludur.” 
Tek göz bile yetmiyor gibi geliyor ya, iki gözü olmayan birini düşün! Ne kadar şanslı bir kulum ben!.. Ama dese ki, bana: 
“–Kulum, senin gözünü de alacağım, kulağın da duymasın!.. Alsın, hepsini alsın, ama bir tek şeyi almasın, yürekten söylüyorum «O’ nu anmayı ve O’nunla muhabbeti» almasın! Öyle bir şey olmasın. Öyle olmasındansa, O’nu anarken, O’na en çok muhabbet duyduğumuz zamanda canımızı alsın!.. İnşallah tek bizim değil, bütün kulları için, O’nunla muhabbetsiz yaşamaktansa… Ölüm nedir ki?! Ya Ölmek ne? Ölmek kötü bir şey değildir, ona bakmayı bilene… Eğer hayırlı kul olabiliyorsa, yürekten söylüyorum, ölüm o zaman güzeldir.’’ 
 
“Her nefis ölümü tadıcıdır.”Bunu biraz daha açalım. Ölümü, gidilmek istenmeyen son olarak görenlere ne demek istersiniz? 
O da başka bir câhillik!.. Bilmemekten kaynaklanıyor. Ölüm bir buluşmadır. O buluşmayı Allah’tan dilemek, ne güzel bir hediyedir. Ama kimler için hediyedir, buna da dikkat etmek lâzımdır. Ölüm; Rabbiyle, Rasulüyle bir olan kullar için hediyedir. Ama Rabbini bilmeyen, peygamberini bilmeyen ve onlara götürecek olan işlerle meşgul bulunmayan insanlar için ızdıraptır. Niye ölmeyi istesin? Tabiî korkar. Tabiî istemez. Çünkü gidilecek yerde, ya o denilen şeyler varsa… 
Tabiî var. Biz biliyoruz ki var. Haa, bizim ne kadar iyi bir kul olduğumuzdan değil. Bunu bilemem. Allah’a sığınırım. Rabbim bilir, ancak onu… 
“–Ben iyiyim de korkum yok!” demek değildir bu… 
Ben tabiî ki ölümden, ıstırabından, Rabbimin rızasını bulamadıysam ondan korkarım. Ama nedir? Ben onun merhametine de yürekten inanan bir kulum!.. Ancak merhamet deyip de -çok affedersin- her şeyi yapacağım, ooh!.. Çok güzel… Dünya hayatında birileri sıcak demeyecek, soğuk demeyecek başını kapatacak, Allah’ın rızasına ve edebe uygun giyinecek… Ama diğeri de sıcak diyecek, kolunu-başını, orasını-burasını açacak. Ondan sonra merhamet!.. Olmaz öyle!! İkisi arasında çok fark var. Allah, birine: 
“–Benim rızam için, beni bildiği için yaptı!..” diyecek… 
Aman kızım, Rabbi bilmek o kadar önemli ki… Aklın ve kalbin en güzeli bilmesi, Yaratanı bilmesi!.. Baktığınız her şeyde eğer o yoksa, bilin ki, sizlerde, bizlerde bir eksiklik var. Çünkü her şey, O demek. Şöyle birbirimize bakarken, sizlerde ben onu görüyorum yaa.. Şu perdede, şu koltukta, şu ağaçta… O yok da ne var… Aldığımız nefes de O değil de nedir? Ne olabilir ki, başka yavrum!.. Onun için bizi ölüm korkutmuyor. Bizi korkutan şey, sevdiğimizden ayrı kalmak!.. Âhirete varıp da cemalini görememektir, bizim kaygımız. Cennet kaygısından değil bu... 
Cennet; bize verilen nimetlerin güzelliğinden değil… Cennet demek, cemal demek… Cennet demek, Peygamberimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-demek… O yüzden tabiî ki kul olarak bunlara da tâlibiz. Tabiî ki istiyoruz. 
Bu röportajı okuyanlar, -inşallah inanan kardeşlerimin okuyacağına da yürekten inanıyorum- bilsinler ki, bir âhiret hayatı var. Bilsinler ki, bir cennet ve cehennem hayatı var. Bilsinler ki, yapılan her şeyin sorgusu var!.. Bilsinler ki, her kılınan ve kılınmayan namazın sorgusu-suâli var. Buradan bütün inanan kardeşlerime yalvarıyorum, kendi adlarına yalvarıyorum. Çünkü onlara ulaşmak için bu dergi bir vâsıta… Züleyha kardeşleri onlara diyor ki: 
“–Ne olursunuz kendinizi ateşe atmayın.” 
(Ağlayarak yalvarıyor.) 
Bazen bir insanı ateşin üzerinde zıplarken görüyorsunuz. O zaman soruyorum, bu neden ateşin üzerinde zıplıyor. Bir ayağı yerde, bir ayağı havada neden zıplıyordur? Bir kılıyordur, bir kılmıyordur. Bir yapıyordur, bir yapmıyordur. Allah’ım! bilenlerle bilmeyenler arasında çok fark var. Bilip de yapmayanlardan Allah’a sığınıyorum. 
 
Ablacığım, Allah’ı sevmeyi öğret bize… Şükürle sabırla Allah’a varmayı öğret!.. 
Gerçek apaçık ortadayken, biz hâlâ bazı şeyleri kafamızla çözmeye çalışırsak elbette ne sabredebiliriz, ne de şükredebiliriz? Bir kul, gerçek mânâda bir kul ne demektir biliyor musunuz? Kendi kafasıyla değil, sizi yaratanın vahyiyle O’na hizmet etmektir. Onun gönderdiği emirleri yapmak, yasaklarından kaçmak, yap dediğini yapmak, yapma dediğinden kaçmaktır kulluk!.. «Bana göre şöyle, böyle…» demek yok. «Bana göre…» diye bir şey yok! İnanan insanda, «bana göre» diye bir şey olmaz; Rabbime göre bir şey var. Bakarken, yaparken, giyerken: 
“–Rabbim ne diyor?” demektir kulluk… 
Sabır deyince, dün dişçiye gittik. Çok basit bir örnek… Dişimiz çürümüş, çekilmesi lâzım geldi. Çekilirken parçalandı, bayağı da zor oldu. Ben sabredebiliyorum, fakat dişçi sabredemiyor. Dişim dayanamıyor. Ben: 
“–Siz yapın, ben dayanırım, sabrederim; siz devam edin!..” diyorum. 
Biliyorum ki, her işin ve her acının sonu var. Mutluluğun da, güzelliğin de sonu var. Biz dayandık, ama dişçi dayanamadı. Dişin kökü apse yapmış, bırakmak zorunda kaldı: 
“–Ben dayanamıyorum.” dedi. 
Yani ben oraya oturduğumda tek benim kaygım, Allah’ım şurda verdiğin nimeti kullanamadım çürüttüm. Yüzüm yok, diye oturdum. Oraya ben ağrım var diye gitmedim yavrum. Ben bana verilen nimetin değerini bilemedim, onun kaygısıyla oturdum. O dişçi zannediyor ki, (Ağlayarak) ben oraya oturunca, ağlayacağım, feryad edeceğim. Benim feryadım bambaşka bir şeye!.. Çünkü Rabbimin verdiği nimeti iyi kullanamadım. 
Evet, belki bahanemiz olacak, elim tutmadı, herkese fırçalatamadım, herkesin midesi fırçalamayı kaldıramadı. Böyle diyebileceğiz belki ama… Benim korkum: 
“–Ben sana nimet vermiştim. O nimetin kıymetini bilmedin!..” 
Eğer böyle derse, ben ne derim? 
 
İlk bu duruma düştüğünüzde ne hissetiniz, ben ne olurum diye düşündünüz mü? 
Hani ilk tepki çok önemlidir ya.. O zamana bakıyorum, şu durumumdan daha metanetliydim. Allah’a sığınıyorum. Bu duyguyu veren de Allah’tır. Kimse bizden bilmesin. Çünkü bizim hastalığımız esnasında kafaya bir âlet takılıyor. O âlet takıldığı zaman, boyun olduğu için hiç kıpırdamamak gerekiyor. Bu yatma bir hafta değil, bir ay değil... Bu yatmalar yaklaşık sekiz ay veya bir yıl… O çekilme süresi çok uzun sürer. O âlete, 12 tane serum şişesi takılır kıpırdamanız mümkün değildir. Yani o takılan âletler, vesâire, bunlar önemli değil!.. Önemli olan orada Rabbim bizi bir terbiyeye soktu. Orada hakîkaten gerçek mânâda kulluğa hazırlandığıma inanıyorum. Orada aylarca sadece tavana baktım. Zannettiler ki, orada sadece tavanı seyrettim. Yürekten söylüyorum, gönül eğer Rabbiyle bir ise, eğer onu anarak bir ömür geçiriyorsa, o herkese tavan gözüken yer; size inanılmaz manzaralar inanılmaz güzellikler açar. Ben o tavanı şimdi bulsam da öpsem… Allah’ım! Ama bir defa değil, böyle aylarca altı defa yaşadım bu olayı… Yani sekiz ay yattım da kurtuldum değil! 
Burada neyi öğretti Rabbim; kuluna terbiye etmeyi, sabrı öğretti. Ve verdiklerinin aslında ne kadar değerli olduğunu öğretti. Anladım ki, elimiz, ayağımız hakikaten çok değerliymiş. Ama şöyle düşündüğümde Rabbim bana: 
“–Kulum!..” dese, “Senin gözünü alacağım, kulağını alacağım… vs.” 
Sadece tek bir dileğim isteğim var, aklımı almasın!.. Aklımı deyince, Onu anamayacak bir akıl istemiyorum, onunla olmayan bir akıl bana en büyük ceza!.. Seviyorum ya!.. Başka yolu yok. Ben Rabbimi seviyorum. Onsuz bir hayat, benim için yok! Olamaz! Aldığım nefes O, gören gözüm O, kulağımız, her şeyimiz O!.. Başka bir şey yok, başka bir gerçek düşünemem. 
O güzeller güzeli adını, adının yanına yazdığı O varlık nuru Peygamber Efendimiz’i o kadar çok seviyorum ki, Allah’ım, O’ndan râzı ol!.. O’nu Makam-ı Mahmud’a ulaştır. Ayrıca Allah’ım, sen Osman babacığımdan râzı ol! Senin için, senin rızan için hizmet eden kullarına güç ve kuvvet nasip et! 
Şu eve çeşit çeşit yerlerden ismimizi duyup birçok insan geliyor. Bir gün nur yüzlü birisi geldi. Koltuğun şurasına oturdu. Bir anda içim içime sığmadı:
“–İşte ruhumun aradığı kişi bu!.. Şu dünya hayatında, şu vakitte aradığın gerçek bu, doğru bunda…” dedim.
Sonra öğrendim ki, o Osman Nûri Topbaş Hocaefendi imiş. Rabbim, ona öyle bir güzellik ve tatlılık vermiş ki... Ona bağlandığımda âhiretimin daha iyi olacağına gönülden inanıyorum. Yürekten söylüyorum, böyle temiz bir insanı, kimsenin bulması mümkün değil. Belki asırlar sonra bile böyle güzel bir insan olmayacak. Buradan rica ediyorum, hiç birşey yapamıyorsanız kitaplarını bulup okuyun, diyorum. Bu kadar bilgi ve imanla donatılmış bir insandan, inşallah herkes faydalansın. İnternette sohbetlerinin olduğunu öğrendim. Bizim internetimiz yok. Ama arkadaşlarım faydalandıklarını söylüyorlar.
Ben, ömr ü hayatım boyunca Mûsâ Topbaş Efendi’yi görmedim, nasip olmadı. Ne zaman ki, Altınoluk Dergisi’nde resmini gördüm, neredeyse baygınlık geçirecektim, içim yandı. Bu insan ben hayattayken yaşıyordu ve ben onu göremedim, kaçırdım. (Hıçkırıklarla ağlıyor.) O yüzden en azından onları buradan uyarıyorum. Böyle güzel bir insanın elinden tutun. O da bizi bırakmasın. Allah, ondan râzı olsun! Biz, onu Allah rızası için çok seviyoruz.
 
Bir soru daha sormak istiyorum. Çok güzel duygular içindesiniz. Sabır ve şükür hâlindesiniz, fakat sonuç itibariyle siz de insansınız. Şeytan hiç yoklamıyor mu? “Niye ben?” dediğiniz hiç oluyor mu? Öyle bir duygu geldiyse onun üstesinden nasıl geldiniz veyahut bu duyguları yaşayan insanlara ne tavsiye edersiniz?
 Ne düşündüm biliyor musun? Tabiî ki şeytan bizi de yokluyor. Ancak şöyle düşündüm: Biz olmasak başkası olacaktı be kardeşim!.. Ben olmasam, sen olacaktın. Sen olmasan başkası olacaktı. Şimdi niye sen olmadın da, ben oldum diye isyan mı edeyim? Ben olmasam, Rabbim bir şekilde bunu başkalarına gösterecekti. Bir şekilde bu misal olacaktı.  Bakın; yürümek, elinizin tutması bir nîmettir. Bunu göstermek için elbette benim gibi yürüyemeyen, kendi yemeğini ve şahsî ihtiyaçlarını karşılayamayan birisinde gösterecekti. Ben, beni tercih ettiği için Rabbimi çok seviyorum. Çünkü bana ne yaptırıyor biliyor musun, bu dünyada en zengin insana bile vermediği nimetleri veriyor. En başta kendisini lutfetti, gönlüme koydu. O gelmeseydi gönlüme, ben bir adım gidemezdim ki. O güzeller güzeli Peygamberimizin ve Osman babacığımın sevgisini verdi. Ben daha ne isteyeyim ki… Şimdi bu sevgilerin yanında, kim neyini fedâ eder bilmiyorum, ben her şeyimi fedâ ederim. Allâh’a şükür!..
 Bir tek şey için içim cız eder, o da namaz için… En hasret çektiğim şey, namazda alnımın secdeye varamaması… En büyük hasretlik secde… Bu bizi çok vuruyor. Elbette namaz kılıyoruz, oturduğumuz yerden ama… Rabbim, bunu isyan saymasın, inşâallâh. Böyle kıldırdığı için de şükürdeyiz. Bunun dışında hiçbir şey beni vurmuyor.
 
 Bir de Peygamber Efendimiz’e muhabbetten bahsedersek, bu konuda okuyucularımıza ne söylemek istersiniz. Bir hadis-i şerîfte şöyle buyrulur: “Öyle bir zaman gelecek ki, benim ümmetimden bazı kimseler, beni bir defa görmek için malını, evlâd ü iyalini her şeyini terk edecekler.”
 İnsan ancak bildiğini yaparsa veya hissettiğini anlatırsa doğru olur. O yüzden yaptığımdan ve hissettiğimden bahsedersem doğru olur. Birisi Rabbini çok seviyor, Rabbi de O’nu çok seviyor ki, adını, adının yanına yazmış. Demek ki, Rabbim, Peygamber Efendimiz’i ne kadar çok seviyor ve ona ne kadar kıymet veriyor?!.. O kadar muhteşem biri ki adının yanına adını yazacak kadar... Rabbini seven bir kul, O’nun sevdiklerini sevmez mi? Allâh’a sonsuz kereler şükürler olsun ki, bize böyle muhteşem birisini peygamber olarak göndermiş. Bize her hâliyle misal olan hayırlı bir Peygamber yollamış. Şükürler olsun! O’nu sevmemek mümkün mü? Her hâlini, her güzelliğini, Allah tarafından dillendirilen, övülen o güzel hâllerini sevmemek mümkün mü? Seviyorum tabiî… O, benim canım, ciğerim… İnşaallah sancağının altında buluşana kadar Rabbim bizi O’na lâyık etsin, O’nun muhabbetinden ayırmasın. İnşaâllâh biliyoruz ki, ona salat ü selâm getirmedikçe duâlar kabul olmuyor. İnşaâllâh, bol bol salat u selâm getirelim. Bu aylar, o güzeller güzeliyle buluşmak için bir fırsattır. Sevdiğinle beraber olmak için bir fırsattır.
 Bazı şeyler vardır, ancak yaşarsınız. Şimdi size şeftalinin armuttan ne farkı var desem anlatırsınız. Ama yemeyen bir insana nasıl anlatırsınız? Ben de O’na olan sevgimi anlatamıyorum işte... O kadar becerim yok, hakkınızı helâl edin. Yeterince veremiyorsam, Allah bizi affetsin.
 Peygamberi görmek kadar muhteşem bir şey var mı? Gördükten sonra çekilen hasretin ızdırabı da ne acıdır!.. Görmediğiniz zaman ne olduğunu bilmiyorsunuz, bilmediğiniz şey sizin canınızı yakmaz. Ama bilip de, görüp de o hasretlik nasıl bir şey biliyor musunuz? (Ağlıyor.) Allah, bu hasretliği herkese versin mi diyeyim, vermesin mi diyeyim? Ne diyeceğimi de bilemiyorum. Ancak çok büyük bir gurbet acısıdır bu, hiçbir şeye benzemez. Hep içinizde bir acıyla, bir hasretlikle, bir gurbetlikle yaşıyorsunuz.
 Bazen çok özlüyorum, gündüzden başlıyorum salavât çekmeye, duâ etmeye, yapılabilecek her şeyi yapmaya gayret ediyorum. Ama bir şey yok!.. Rabbime sığınıyorum. Sonra Peygamber Efendimiz’i görüyorum. Bu sefer oradan geriye döndüm diye üzülüyorum. Allah dâim görmeyi nasip etsin. Bir yatıyorum, görüyorum. Sonra uyanınca niye uyandım diye ağlıyorum. Niye o hâldeyken kalmadım. İnsan onu gördüyse, iyi bilir; onun hasretliği hiçbir şeye benzemiyor.
(Yûnus Sûresi, 62-63)
 
Ben, O’nu Sevmeye Muhtacım!.. (2)
Genç kızlarımıza ne gibi tavsiyelerde bulunmak istersiniz?
Âh, yavrularıma genç kızlarıma ne mi söylemek isterim?!. Kendileri çok şanslılar ki, Allah, onlara hayırlı ve güzel bir ömür vermiştir. Ama bu ömrün hayırlı ve güzel geçmesi için bazı şeyleri kenara bırakmayı öğrenmeleri gerek! Nefislerine kolay gelen şeyleri tercih etmek yerine, bazı şeylere hayır demek o kadar büyük bir güzellik ki… Elbette Rabbim kimine imkân verir, kimine vermez.
Genç kızlarımıza, Rabbimin rızâsı için öncelikle namazı tavsiye ediyorum. Yavrularıma, canlarıma mutlaka namaz kılmalarını tavsiye ediyorum. Namaz öyle bir güzellik ve tatlılık ki, tatmayan bilmez ve namaz olmayan yerde iman olmaz, iman orada barınamaz. Namaz birinci şart... Her şeyde, her yerde ve her zamanda; önce namazı tercih edin. Meselâ bir yere mi gideceksiniz, önce namazınızı tercih edin; bir iş mi yapacaksınız, yine önce namazı tercih. Rabbimize şükürler olsun. Rabbimiz bize kolaylık olsun diye her yeri mescit kılmış. Bu yüzden kızlarıma öncelikle namazı tavsiye ediyorum.
Sonra nefislerinin onlara oynadığı oyunlara açık gözlülükle ve bilinçli bir kul olarak “Hayır!.. Bu nefsimdendir.” demeyi ve o işi terk etmeyi nasip etsin Rabbimiz. Yanlış olan şeyleri, illâ birilerinin bize söylemesi gerekmiyor. Eğer bir tartının bir tarafı ağır, bir tarafı havada olursa olmaz. Onun dengede olması gerekir. O dengeyi koruyabilmek için aşırı uçlara kaçmamak çok önemli… Allâh’a sığınmalarını ve hayırlı bir ömür sürmelerini diliyorum hepsine…
İffet ve edebi ayırt etmemek insanın kendisine bağlıdır. Edep, kaçak iş yapmamaktır. Üzerimizdeki güzelliklere söz getirmemektir. Edep, kötülüklere karşı şahsiyet ve onurunu korumaktır. Edep bambaşka bir duygu…
Şimdi gençlere bakıyorum, o kadar kendini bilmez bir şekilde davranıyorlar ki… Aslında sadece gençlerde değil, Allâh’ı ve kendini bilmeyen kulların hâl ve hareketleri o kadar acayip oluyor ki… Onlar için duâ ediyorum. Üzülüyorum:
“–Allâh’ım, bizi onlara uydurma!..” diyorum. İnşâallah Rabbim edepli kızlar, edepli erkekler; kısacası edepli insanlar eylesin hepimizi…
 
Bu yüzden ebeveynlerin çok güzel örnek olup özellikle dînî eğitime önem vermeleri gerekir değil mi?
Bunu şöyle söylemek lâzım: Anne-babalar, öncelikle kendilerini sorguya çeksinler. Ben ne kadar iyi bir kul olabildim ki, çocuğumdan şimdi her şeyi bilmesini ve yapmasını bekliyorum. Yani bir meyve bile olgunlaşmadan önce çiçek açıyor, büyüyor, sonra meyve oluyor. O büyüyecek, meyve olacak… Lezzetli ve tatlı bir hâle gelene kadar geçen zamanı bir düşünsünler! Çiğden hiç kimse bir şey yemiyor. Pişirip de yiyor. Demek ki, gençlerin de pişip olgunlaşması için zaman gerekiyor.
“–Sen bunu bilmiyor muydun?!..” diye yaklaşmaktan Allâh’a sığınırım.
Bilmiyorsa, öğretmedik demek… Biz vermediysek, karşılık da beklemeyeceğiz demek ki… Öncelikle güzel hâlleri biz edineceğiz. Bu sadece söylemekle olmuyor. İllâ hâl, yani yaşamak; sonra da ondan bekleyeceğiz. Bir kız annesinden yemek yapmayı görüyorsa, inanın anlatmaya gerek kalmaz; o, gün gelir yemeği yapar. Eğer anne ve babalar, çocuğuna hayırlı misal oluyorsa kolay. Bazen çocukların ayağı takılıp tökezleyebilir. O zaman sırtını sıvazlayıp:
“–Yavrum, bu kötüydü.” diye uyaralım.
“–Sen ne kötü ahlâklısın.” demeden:
“–Yavrum, hata yapabilirsin. Yaptın da… Rabbim bizim kusursuz olmamızı beklemiyor. Kusurlardan dönüp tevbe etmemizi istiyor. İnşâallâh seni de affeder. Bunun için tevbe eden kullardan olmalısın!’’ demelidir.
Onlar bize emanet... Onlar bizim düşmanımız değil. Allâh’a sığınarak onları hayra, güzele ve doğruya yönlendirmeliyiz. Bazen anneler tutmayacakları hâlde çocuklarına söz veriyorlar. O zaman kızıyorum. Neden? Çocuklara verdiğiniz sözü tutmayacaksanız niçin o ânı kurtarmak için yalan söylüyorsunuz. Bu, o kadar büyük bir vebaldir ki… Çocuğu yanlışa, kötüye yönlendiriyorsunuz demektir. Çocuk:
“–Demek ki, böyle de olabilir.” demeye başlıyor. O yüzden, lütfen çocuklarınıza yerine getirmeyeceğiniz sözler vermeyin.
 
Okuyucularımızın anne-babalarına nasıl muâmele etmelerini tavsiye edersiniz? Biliyorsunuz, Kur’ân-ı Kerîm’de “Anne-babanıza üf bile demeyin!..” (el-İsrâ, 23) buyruluyor. Biz, anne ve babalarımıza nasıl muâmele etmeliyiz?
Şöyle söyleyeyim güzel kardeşim: Rabbim bize anne-babamızı, büyüklerimizi, yakınlarımızı seçme imkânı vermemiş. Kendisi bize kimi lutfettiyse, biz onlarla beraber olmak zorundayız. Anne-babamız bize sert davranmış olabilir. Siz bilin ki, siz doğrudaysanız Allah rızası için güzeldeyseniz, onlara karşı isyankâr olmadan:
“–Bunlar benim anam-babam. Şimdi ben onların bu hâlinden memnun değilsem bile onların bir bildiği vardır. Şu dünyada, “insana zarar vermeyecek iki insan” deseler bu “anne-babadır.” Bu insanlar benim iyiliğimi isterler. Vardır istediklerinde bir hikmet!..” diye düşünmek lâzım.
Eğer anne-babalar, “Namaz kılma!..”, “Oruç tutma!..”, “Başını örtme!..” diyorlarsa, böyle Allâh’ın râzı olmadığı şeyler söylüyorlarsa, gene onları kırmadan:
“–Anneciğim, sen yapma desen de ben bunu Allâh’ın emri olduğu için yapmalıyım.’’ diyerek kibarca “hayır” demek lâzım.
 
Bir de hastalıkları sebebiyle bakıma muhtaç hâle gele anne-babalar var. Bu gibi hastalara bakanlara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz? Mâlumunuz hasta olup bakıma muhtaç olmak da, bakmak da mutlaka zordur.
Bakmak çok zor, bakılmak da çok zor... Düşünün ki, Allâh’a sığınarak söylüyorum, şimdi elimiz tutmuyor, yemeğimizi yiyemiyoruz, şahsî işlerimizi kendimiz göremiyoruz. Giyinemiyoruz, susadığımızda su içemiyoruz. Birileri bize bakmasa, kendimize bakamayız Allâh’a sığınarak söylüyorum, aslâ korkmadım. Hani biri bana bakmaz, etmez diye korkmadım. Bazen bize derler ki, burası babamın evidir. Rabbim nasip etmiştir babamıza… Bazen derler ki, anneme, siz öldüğünüz zaman bu kızın hâli ne olacak! Bu evi, kızınızın üstüne yapın, sizden sonra bakan evi alsın diyorlar. Bu bence çok çirkin ve çok nâhoş bir şey!.. Eğer Rabbim, benim elimi-ayağımı aldıysa, demek ki, O benim elim-ayağımdır. Demek ki, beni buraya oturttuysa bakacak olan zaten Rabbimdir. Baktıracak olan da Rabbimdir. Ben bundan hiç kaygı duymadım ki… Hiç üzüntü çekmedim ki, bana kim bakacak diye…
Allah bana bakanlardan râzı olsun. Bana o kadar tahammüllü güzel bir şekilde bakıyorlar ki, bana öf demeden, kırmadan, incitmeden… Annem ve iki gelinimiz, nöbetleşe kalıyorlar, bir kere bile olsun beni kırmadılar. Hele annem yıllardır baktı. Artık yaşlandı, kendini idare edemez hâle geldi. Beli incindi, ama bir kere bile üf demedi. Bu kimin hikmetidir!.. Onlar muhakkak güzel insanlar, ama bu Rabbimin hikmeti, Rabbimin güzelliğidir. Rabbimin hediyesidir bu!.. Ben ne onlardan bilirim, ne de başkasından… Ne kaygı çekerim, ne üzülürüm, ne de sevinirim. Allah onlardan sonsuz kere râzı olsun. Bize hizmet eden herkesten, siz dâhil olmak üzere herkesten râzı olsun. Bu vesileyle özellikle buradan duâ etmeliyim, Allah bize bakan gelinlerimizden de râzı olsun. Bizim iyiliğimizi, kötülüğümüzü bir kenara bırakalım! Allâh’ın verdiği, yaşayan bir bedene hizmet ediyorlar. Biz, kötü biri de olabilirdik. Gerçi ne kadar iyi olduğumuzu da Allah bilir. Ama gelinlerimiz istikrarla bu hayırlı hizmeti yapacağız diye kendilerini sorumlu ve zorunlu hissediyorlar. Yapmadıkları vakit huzursuz oluyorlar. Bırakıp gidemiyorlar, biri gelmeden diğeri gitmiyor. Âdeta nöbeti devretmeden rahat edemiyorlar. Elhamdülillâh bırakmıyorlar. Allah hepsinden râzı olsun. Hakîkaten sabretmek çok önemli… Bazen tuvalette, banyoda çok zorluklar çekiyoruz; çünkü belim kalkmıyor. Ne biz pes ediyoruz, ne de onlar... Onlardan, gönüllü olarak yaptıkları için çok râzıyım. Bir söz duymuştum, “Gönülsüz yapılan yemekten yemeyin, imanınız zaafa uğrar.” diye... İbadetlerinizin feyzi gider. Eğer onlar bize gönülsüz yedirseydi, biz ibadetlerden bu kadar lezzet alamazdık. Hep sevgiyle yedirdiler, hâlâ da bu şekilde ikram ederler.
Annem, her fırsatta:
“–Allah bir imkân verecek, yavrum iyi olacak!..” der. Hâlâ o gözle bakıyor bana… Tabiî Rabbimin takdîridir, olur mu olur!.. Veren kim, alan kim?! O’nun işine karışmam. Bu hâle ben tâlip olmadım. Elim, ayağım gitsin demedim. Ama gelsin de demiyorum. Bu bedeni, kendimin olarak görmüyorum çünkü. Bana ait bir şey yok ki, ne diyeyim!.. Ben bir mumsam, O benim güneşim!.. Bir mum ışığı nedir ki, güneşin yanında… O yüzden ancak O’na ulaşmak, O’na kavuşmak kaygımız, isteğimiz…
Rabbim, çâresiz dert vermedi ki!.. Murad etmesi, kendisinin istemesi önemlidir. O derdin olup olmaması önemli değil, O’nun istemesi önemlidir. Mülk O’nun değil mi?
 
Hizmetten yorulmamak için sağlığı-sıhhati yerinde olan bizlere ne tavsiyede bulunmak istersiniz?
Şöyle söyleyeyim yavrum; dinlenmek için çıktın tatile gittin. Dine uygun bir yerde de tatil yapıyorsun. Bacağını uzattın, bir şezlonga yattın. Oh, hiçbir şey de artık umurunda değil. Sence orada ne kadar kârdasın? Önünde deniz, arkanda orman olsa, muhteşem bir evin olsa, herkes sana orada hizmet etse, sen orada ne kadar kâr ettiğini düşünürsün?! Müslüman kârı bulmalı bence. Müslümanın aklı iyi çalışmalı, gerçek mânâda tatili nerede yapacağız biz? Rabbim bize öncelikle kabirde tatili verecek. Orayı cennetten bir parça hâline getirir dilerse… Bizim hedefimiz ne yavrum? Akıllı kul olmak!.. Hani Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz, “Akletmez misiniz? Düşünmez misiniz?” buyuruyor ya… Rabbimizin her şeyi tek tek açıklamasına gerek yok! “Kullanın aklınızı!..” diyor; biz de her yerde aklımızı kullanacağız.
 
Hizmet ederken de, hamal olmamak lâzım değil mi?
Diyelim ki, kardeşinin eli ayağı tutuyor, aynı seviyede insanlarsınız. Senden bir bardak su istedi. Sen su getirsen bir şey olmaz. Ama o senden dâim hizmet bekliyorsa, bunun başka bir şey olduğu ortadadır. O artık seni kullanmaya başlamış, demektir. Senin de gücün var, onun da gücü var. İkiniz de oturuyorsunuz:
“–Abla, bana su getirir misin, şöyle yapar mısın, bunu da yapar mısın?” derse, onun adı kullanmaktır. Böyle olursa, ondan da Allah’a sığınıyorum. Hizmet eden kul olmak nasibimiz olsun, ama gerçekten ihtiyacı olana… Rabbin rızası için hak edenlere hizmet etmek nasibimiz olsun. Bu konuda en büyük örneğimiz Peygamber Efendimiz’dir. Peygamber Efendimiz, peygamber iken, devesinin üzerinden düşen kamçısını orada bulunanlardan istemiyor. İstese orada bulunan sevgili ashabı vermez mi? Onun bir isteğine, canını verecek âşıkları var, o kırbacı vermezler mi?!.. Ama Peygamberimiz bize misal olacak ya, devesini çökertiyor. Deve öyle kolay oturup kalkan bir hayvan da değildir. Öyle herkes, ne var canım bunda demesin. Devenin oturması ve kalkması o kadar zordur ki… Hayvanı oturtuyor, kamçısını alıyor. Yani kimseden bir şey beklemiyor. Söküğünü kendisi dikiyor, yamasını kendisi yapıyor. Yapacak o kadar kişi varken kendisi yapıyor. Hâlbuki O’nun her ricasını gönülden yerine getirmek isteyen o kadar çok insan varken… En önemli şey, gücün varken hizmet beklememek... Hani Peygamber Efendimiz’e soruluyor ya:
“–Toplumun efendisi kimdir?” diye… Efendimiz de:
“–O topluma hizmet edendir.” buyuruyor.
Rabbim, cümlemizi hakkıyla hizmet eden efendilerden eylesin.
 
Siz hayatınıza dönüp baktığınızda, bir şeylerin eksikliğini hissettiniz mi?
Ben bazen baktığımda geride bir şey var: Ben geri çekilmişim. Gören gözüm, her şeyim Rabbim olmuş, O’na hizmet ediyor. O’nun için bakıyor, O’nun rızası için bakıyor.
Bazen geliyorlar ve bana diyorlar ki:
“–Annem alzheimer hastası!.. Aklı silindi tamamen… Bir şey hatırlamıyor.”  diyorlar.
Rabbim, o hastayı zaten bitirmiş. Ama ne yapıyor? O bedenle başındakileri imtihan ediyor. Başındakiler; hayırla, sevgiyle muâmele etmeli… Çünkü biz de bebekken konuşamıyorduk, garip sesler çıkarıyorduk. Annemiz bize nasıl bakıyordu. Ben hâlâ öyle bakılıyorum elhamdülillah!..
O vakitler:
“–Atalım, satalım, bu nasıl olsa bir şey bilmiyor!..” demediler.
Allah herkese sabır meziyetini vermemiş olabilir. Fakat şunu hiç unutmasınlar: Hayırlarını sadece Allah rızası için yapsınlar. Allah rızası olunca herşey kolay!.. Karşındakinin ne yaptığı önemsizdir artık… Fakat aradığın şey orada… Rıza orada saklı… Sabır da…
İnsan sevmeyi de, kızmayı da öğreniyor. İnşâallâh, bu öğrendiğimiz duyguların cümlesi Rabbimiz ve Rasûlü için olsun. Sevginin en güzeli Rabbime ve Rasûlüne olsun, hasretliğin en güzeli onlar için olsun. Rabbim bizleri fazla gurbette bekletmesin. Bana deseler ki, sana gençlik vereceğiz, güzellik vereceğiz, zenginlik vereceğiz. Bunlar bana çok anlamsız geliyor. Derim ki, istemem yaa… Ben O’na tâlibim, beni başkası doyurabilir mi?
 
Züleyha Hanım, bu tâlib olma makamı nedir? Nasıl tâlib olunur O’na?
Ahh canım benim, çocuğun var değil mi? Allah rızası için çocuğundan vazgeçer misin? Allah rızası için eşinden, anandan, babandan, elinden, ayağından malından, mülkünden vazgeçer misin? Sen bazı şeyleri geriye atmadan, bir şeye kavuşmanın mümkün olacağını mı sanırsın. Seçim çok önemli!.. “Ben O’nu seçtim!..” diyebilmek. “Rabbim, ben Seni tercih ediyorum.” diyebilmek önemli!.. Haa çocuğunu sevmeyecek misin? Seveceksin, ama Rabbin emâneti olarak kabul edeceksin.
“–Rabbim, bu benden önce Sen’indir!..” diyeceksin. “Ben sadece aracıyım.” diyeceksin.
Hiçbir şey bâkî olmadığına göre, her şey geçici olduğuna göre, bizim hedefimiz kalıcı olanı tercih etmek olmalıdır. Hani çocuğunuz sizden bir yemek istese, kalkıp hemen yaparsınız, itiraz etmezsiniz. Onu seviyorsunuzdur çünkü… İşte Allah, kulundan da bazı şeyler istiyor. Kulun:
“–Ben yapamam!..” dememesi gerekir.
Rabbim benden bir şey isteyince, ölüm bana vız gelir. Ölüm nedir ki!.. Tek hedefim rızâsı… Onun için duâ ediyorum.
Eskiden câhilce duâlar ederdim. Size bir rüyamı anlatayım. Okuyanlara da tesiri olur diye düşünüyorum. Rüyamda sözde cennet gezdiriliyor bana, çeşitli yerleri gördüm. Bir yere getirildim, bir baktım:
Bir adam tarla sürüyor, ona verilen cennetinde; şaşırdım. (Bu bir misaldir. Gördüğümü söylüyorum. Böyledir demekten Allâh’a sığınıyorum.) Bir kulübe, birkaç ağaç var etrafında… Ama toprak o kadar güzel ki, adam da durmadan sürüyor. Diyorum ki, yanımdakilere:
“–Burası cennet, bu adam niye çalışıp duruyor!..”
Yanımdakinin dediği şu:
“–O dünya hayatındayken Rabbinden hep isterdi ki, «Ya Rabbi! Dünya hayatındayken bana mal vermedin, mülk vermedin, ne olursun ya Rabbi!.. Cennette bana öyle bir toprak ver ki, ben orayı süreyim, dikeyim, orada yaşayayım.”
Yani o adamcağızın «cennet» kavramı sadece oydu. Buradan ne çıkıyor biliyor musunuz: Biz kendi aklımızla istemeyelim. Rabbimin lütfu ve ihsanıyla cennete ve cemâline tâlibiz. O yüzden farkına varmadan, sanki Rabbimizin çok kısıtlı imkânı varmış gibi burada gördüğümüz evlere kanmayalım. Burada gördüğümüz yeşilliğe, ağaçlara, denizlere kanmayalım. Buradakiler bize sadece misal!.. Gölgelere kanmadan, aslını isteyenlerden olalım inşâallâh!
Benim aklım ne kadar? Bildiğim kadar!.. Rabbimin bana nasip ettiği şey kadar biliyorum ben… Onu da bana Rabbim nasip ediyor. Bana “Kitap mı okuyorsun?” diyorlar. Âh mümkün olsa da kitap okuyabilsem! Mümkün olsa da bir şeyler yapsam, etsem… Rabbim, bu imkânları bana nasip etmemiş. Diyor ki bana:
“–Ben sana yeterim!”
Ben de O’na diyorum ki:
“–Ben, Sana kurban olurum!..”
O bana yettiği için, ben de O’na kurban olurum.
(Züleyha Hanım’ın annesi söze giriyor):
“–Bir hocahanım geldi. Züleyha ona öyle sohbetler etti ki, ben bile şaşırdım. 17 yaşından beri okumuşluğu yok. Onlar da şaşkınlık içinde kapıdan çıkarken, hocahanım:
«–Teyze kızınız hangi okulu bitirdi, ne okudu?» diye sordu. Ben de:
«–Okumuşluğu yok!..» dedim, çok şaşırdılar ve:
«–Onun anlattıklarını ben vaazlarımda, kitaptan okuyarak anlatıyorum. Kızınız ezbere konuşuyor.» dedi. Bazen kendini tutamıyor, coşuyor.”
Kur’ân-ı Kerîm’de Rahman Sûresi’nde buyruluyor ya, Rahman olan Allah, Kur’ân’ı öğretiyor. İşte Züleyha Hanım da bunun bir misali…
İnşâallah, hep O öğretsin kızım... Biz O’na tâlibiz yavrum! Her hâlimizle O’nu isteyenlerdeniz. Başka bir isteğimiz yok!.. Kim, ne istiyorsa, Rabbim onlara hayırlı olanları dünyada da, âhirette de versin. Biz dünya hayatında da O’na tâlibiz, âhiret hayatında da! O Güzeller Güzeli Peygamber Efendimiz’in yanında, büyüklerimizle birlikte O’na tâlibiz!.. Bilemiyoruz ya Rabbî, biz, câhil kullardanız, ama Sen bilensin! Ya Rabbî, Sana yalvarıyorum çekemeyecekleri, “Of!..” deyip de Seni incitecekleri hâlleri varsa, cümlesini üzerlerinden ve üzerlerimizden al! Bizi rahmetine kavuştur. Güzeller Güzeli Peygamber Efendimiz’e ve büyüklerimize itaatkâr eyle! İnşâallah hayırlı ümmet, hayırlı evlat eyle!.. Şurada ben yanlış bir şey söylediysem kaydedildi sözde, ama Sen onları siliver ya Rabbi! Zararım kimseye dokunmasın. İnşâallâh hayrımız var ise, Senin rızan olacak şeyler söyledik ise, onları da duyur! Sadece bizlere değil, ümmet-i Muhammed’e duyur. Allah’ım, bunları Senin rızan için yaptım. Rızanı da cümlemiz için istiyorum. Âmin, âmin… Hakkınızı helâl edin yavrum!..
Siz hakkınızı helâl edin. Sizden çok istifade ettik, sizi çok yorduk. Dualarınızı bizden ve ümmet-i Muhammed’den esirgemeyin. Biz, sizi çok sevdik. Allah sevdiğini sevdirirmiş, tekrar tekrar teşekkür ederiz.
Tabiî duâ edeceğim sizlere, derginizi okuyan herkese… Zaten efendi babacığım da herkese duâ etmemi söyledi. Biz de herkese duâ edeceğiz inşâallâh! Okuyanlar dâhil olmak üzere, herkes hakkını helâl etsin. Biz de hep şöyle duâ ederiz:
“Bizi, gönlüne girmediği kullarla muhatab etmesin. Ama rızâsı olup da bizi aracı koyacağı hayırlı kullarla bizi bir arada bulundursun. Yapacığımız hayırlı işleri yapmaktan hiçbir şey bizi alıkoymasın! Rabbimizin râzı olacağı şekilde hizmet etmek nasibimiz olsun.”
Sakın, hiç kimse demesin, bu benim için böyledir diye… “Hayır efendim!.. Allah için doğru ne ise, bizim için doğru odur. Başka doğrular bizi ilgilendirmez.”
Allâh’ı bilenin ne ağrısı olur, ne şikâyeti... Ne açlığı olur, ne yokluğu... İçimde tutamayacağım, söyleyeceğim:
“Ülkemize öyle hayırlar ver ki, yâ Rabbi, bazı kafaların değişmesini nasib et! Müslüman olan insan şikâyet etmez, derdi olsa haykırmaz!.. Müslümanlığın ilerlemesine bazı kimseleri vesîle eyle... Müslüman demek, sevgi ve barış dolu insan demek… Rabbini ve Rasûlünü bilen insanlar olsun. Kimsenin sırtına basarak yükselmek çabasında olmayan, Allah’tan korkarak kul hakkını savunan, hayırlı insanlar olsun inşâallâh!.. Allâh’ım Sen’den başka kimimiz var? Şu mübârek günler hürmetine Sana duâ ediyoruz. Eksiğimizi Sen tamamla!.. Bütün Müslümanlar zarardan kaçsın! Senin rızan nerdeyse ona koşsunlar! Gönüller Senin elinde Rabbim, bütün ümmete gerçek mânâda îmânı tattır. Allâh’ım, ben bilemediysem Sen bilensin. Ben istemeyi bilemediysem, Sen eksiğimizi-gediğimizi tamamla, yâ Rabbi! Bütün kullarına bu günlerde hayırlar ve güzellikler ver! Yâ Rabbi!.. O güzeller güzeli Efendimizi, makâm-ı Mahmûd’a ulaştır. O’nun makamına ulaştığını bizlere de göster!.. Yâ Rabbi, o güne ulaştığımızda, bize şefaat için ortaya çıktığında, O’nun başını öne eğdirecek hâllerden Sen bizi muhafaza buyur! O’nu orada mahcup eden kullardan olmayalım, yâ Rabbi!.. Burada sakladığın hâllerimizi orada da açığa vurma!.. Ey Rabbim! Sana inanıyoruz, Peygamberimizi seviyoruz; Sen’den de rızânı istiyoruz. Âmin.




2008 den beri 142696 ziyaretçiburdaydı...
 
DUYURU
TÜM MÜSLÜMAN ALEMİNİN BERAAT KANDİLİ MÜBAREK OLSUN
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol